Mısır’ın önemli turizm ve diplomasi merkezi Şarm El-Şeyh’te düzenlenen Gazze Zirvesi, kamuoyuna “kalıcı barış sürecine geçiş” olarak sunulsa da, imzalanan ön protokolün içerik yapısı itibariyle çok daha geniş bir bölgesel dönüşümün parçası olduğu görülmektedir. Zirvede kabul edilen bu ön protokol, görünürde “Gazze’de ateşkesin sürdürülebilirliği” ve “Filistin’in insani yardım altyapısının güçlendirilmesi”ni amaçlasa da, maddi içeriği büyük ölçüde 2020 tarihli İbrahim Anlaşmaları ile birebir örtüşmektedir.
Protokol metninde yer alan “İsrail ile bölgesel komşuları arasındaki dostane ve karşılıklı yarar sağlayan ilişkileri memnuniyetle karşılıyoruz” ifadesi, diplomatik literatürde tesadüfi bir benzerlik olarak değerlendirilemeyecek kadar açık bir atıf içermektedir. Bu cümle, İbrahim Anlaşmaları’nın ruhunu yansıtan, İsrail’in Arap dünyasıyla normalleşmesini meşrulaştıran temel söylemle neredeyse aynı kelimelerle tekrarlanmıştır. Dolayısıyla, Gazze Zirvesi’nin sonuç belgesi görünürde Filistin barışına hizmet eden bir “ön adım” olarak lanse edilse de, gerçekte İsrail’in bölgesel entegrasyon stratejisinin devamı niteliğindedir.
Protokolün imzacıları olan ABD, Türkiye, Mısır ve Katar, Orta Doğu diplomasi sahnesinde farklı kutuplarda konumlanmış ülkeler gibi görünseler de, bu belgede ortak bir zeminde buluşmaları dikkat çekicidir.
Bu tablo, protokolün imzalanmasının ardındaki jeopolitik motivasyonu açıkça ortaya koymaktadır: Gazze sorunu üzerinden bölgesel normalleşmenin kurumsallaştırılması.
İbrahim Anlaşmalarıyla Yapısal Benzerlik
Protokolün maddi içeriği incelendiğinde, İbrahim Anlaşmaları’nın temel ilkeleriyle
neredeyse birebir paralellikler görülmektedir. Her iki metin de:
● Bölgesel ekonomik iş birliğini, özellikle enerji, ulaştırma ve teknoloji alanlarında entegrasyonu teşvik etmektedir.
● “Terörle mücadele” başlığı altında, İsrail’in güvenlik önceliklerini merkeze almaktadır.
● Filistin meselesini nihai bir çözüm hedefinden ziyade, insani yardımlar ve kalkınma projeleri düzeyinde sınırlandırmaktadır.
Dolayısıyla, Gazze Zirvesi protokolü, şeklen “barış girişimi” olsa da, özünde İsrail merkezli bir güvenlik mimarisinin genişlemesini temsil etmektedir.
Türkiye Açısından Değerlendirme
Bu gelişme, Türkiye’nin son yıllarda yürüttüğü dış politika çizgisinde önemli bir kırılmayı da işaret etmektedir. Ankara, 2010 Mavi Marmara krizi sonrası askıya alınan ilişkilerini 2022 itibarıyla yeniden tesis etmiş, 2023’te ise karşılıklı büyükelçi atamalarıyla diplomatik ilişkileri normalleştirmiştir. Şarm El-Şeyh protokolü ile bu fiilî normalleşme, artık hukuki bir statüye kavuşmuş görünmektedir.
Bu durum, Türkiye’nin Orta Doğu’da kendisini “arabulucu aktör” olarak konumlandırma hedefinden, “bölgesel güvenlik ittifakı içinde yer alan aktör” rolüne geçişini ifade etmektedir. Başka bir deyişle, Türkiye artık yalnızca sürecin kolaylaştırıcısı değil, aynı zamanda İsrail’in güvenlik parametrelerinin ortak payda haline getirildiği bir ittifakın üyesi konumundadır.
Filistin Perspektifinden
Protokolün mevcut haliyle Filistin davasına somut bir kazanım sağlamadığı da açıkça görülmektedir. Belgede; 1967 sınırlarına dönülmesi, Kudüs’ün statüsü, Filistinli mültecilerin dönüş hakkı gibi temel meseleler tamamen göz ardı edilmiştir.
Buna karşılık, “bölgesel istikrar” ve “ortak güvenlik” kavramları, İsrail’in güvenliğini garanti altına alacak şekilde yeniden tanımlanmıştır.
Bu çerçevede, söz konusu protokolün Filistin’in değil, İsrail’in güvenliğinin hukuki zeminini pekiştiren bir belge olduğu değerlendirilebilir.
Sonuç
●Şarm El-Şeyh’te imzalanan Gazze Zirvesi ön protokolü, bölgesel barışa yönelik samimi bir adım olmaktan ziyade, İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmiş bir versiyonu niteliğindedir.
●Türkiye’nin bu sürece dahil olması, hem dış politika yönelimi hem de Filistin meselesine ilişkin tarihsel duruşu bakımından yeni bir dönemin başlangıcına işaret etmektedir.
●Bu gelişmeyle birlikte Türkiye, fiilen ve hukuken İbrahim Anlaşmaları İttifakı’nın resmi bir üyesi haline gelmiş; Orta Doğu’daki güç dengelerinde İsrail’in güvenliği merkezli yeni düzenin bir parçası olmuştur.
Yazar: Burak Yıldırım / Güvenlik Politikaları Araştırmacısı



