Taç Değişir, Zihniyet Kalır

“Türk sağının bugün yaşadığı kriz, bir liderin değil, o lideri mümkün kılan siyaset kültürünün sonucudur.”

Giriş: Bir Adamın Gölgesinde Kalan Siyaset

Yirmi yılı aşkın süredir Türkiye tek bir ismin gölgesinde yaşıyor: Recep Tayyip Erdoğan. O, yalnızca bir lider değil; sağ siyasetin tüm damarlarını kendi şahsında birleştiren, bir dönemin tanımı haline gelen figürdür. 2002’de AKP iktidara geldiğinde merkez sağ bitmiş, muhafazakâr taban parçalanmış, toplum umutsuzdu. Erdoğan, bu dağınıklığı kendi hikâyesine kattı; hem inanç hem kalkınma diliyle, hem devlet otoritesi hem halk söylemiyle yeni bir sentez kurdu.

Ancak bu sentez, kısa sürede bir bütünleşmeden çok tekleşme düzenine dönüştü. Çünkü Erdoğan sağın bütün damarlarını  muhafazakârlık, milliyetçilik, liberalizm liderin merkezinde eriterek yeniden kodladı. Artık Türkiye’de sağ bir fikir değil, bir figür etrafında şekilleniyordu. Bu durum, başlangıçta istikrar gibi görünse de, aslında kurumsal çürümenin ilk adımıydı. Devletin bağımsız kurumları yerini sadakat ağlarına bıraktı; ahlak, çıkarla; liyakat, itaate teslim oldu. Bugün Türkiye’nin yaşadığı ekonomik, hukuki ve toplumsal krizlerin kaynağı tam olarak budur: Bir yönetim hatasından değil, sağın gücü kutsayan siyaset kültüründen.

“Güç, gerçeği susturduğu anda, kendi çürümesini de ilan eder.”

Václav Havel

I. 2002–2015: Konsolidasyonun Anatomisi – Çeşitlilikten Sadakat Ağlarına

AKP’nin ilk dönemi, sağın dağınık mirasının yeniden toparlandığı dönemdi. Erdoğan, Refah’tan koparken yalnızca yeni bir parti değil, sağın bütün damarlarını kendine bağlayan bir ağ kurdu. Anadolu muhafazakârlığıyla şehirli liberalizmi, milliyetçi devlet refleksiyle inanç tabanını aynı söylemde buluşturdu. Bu sentezin omurgası şuydu: “Güçlü lider kalkınan Türkiye  milli irade.” Ama bu üçlü, zamanla demokratik bir vizyon değil, tek adamlı bir düzenin ideolojik meşruiyeti haline geldi.

Erdoğan, Demokrat Parti’nin millet merkezli siyasetini, Özal’ın liberal vizyonunu, Erbakan’ın inanç temelli dilini ve MHP’nin güvenlik refleksini aynı potada eritti; ama hiçbirini kendi özgünlüğüyle yaşatmadı. Hepsini liderliğin şahsi kudretine bağladı.

  • Süleyman Soylu, Demokrat Parti genel başkanlığından gelip “itaatin” sembolü haline geldi.
  • Numan Kurtulmuş, “adil düzen” söylemini bırakıp “sistemin sürdürülebilir düzeni”nin parçası oldu.
  • Ali Babacan, ekonomide rasyonel aklı temsil etti ama o rasyonalite, emeğin değil sermayenin aklına dönüştü.

2002–2015 arası Türkiye dışarıdan büyüyor gibi görünüyordu, ama o büyümenin zemini, kurumların sessizliği ve denetimsizliğiydi. Sağ, devleti yönetmeyi öğrendi ama devleti sınırlamayı unuttu. Sonuçta, siyaset denge olmaktan çıkıp, sadakat zincirine dönüştü. Bu dönem, sağın fikir üretmeyi bırakıp lideri kutsadığı dönemdir. Ve bir siyasî hareket fikir üretmeyi bıraktığında, otoriterlik sadece yönetim biçimi değil, ahlak biçimi haline gelir.

II. 2016–2018: Hegemonyanın Kurumsallaşması – Güvenlik Devletinden Sadakat Rejimine

15 Temmuz sonrasında ülke büyük bir korku ve öfke sarmalına girdi. O travma, Erdoğan’a sınırsız meşruiyet alanı yarattı. “Devletin bekası” söylemiyle inşa edilen başkanlık sistemi, aslında devleti tek bir iradenin uzantısına dönüştürdü. Yargı bağımsızlığı güvenliğe feda edildi, medya tek sesliliğe, eğitim ideolojik kadrolaşmaya, ekonomi rant sistemine hapsedildi. Bürokrasi liyakatle değil, parti aidiyetiyle yönetildi. Bu, klasik anlamda bir otoriterlik değil; kurumsal deformasyon süreciydi.

Sağ, bu dönemde hem ideolojik hem ahlaki olarak kendi köklerini kaybetti. 1950’lerde “milletin devlete hâkim olması” iddiası, 2010’larda “devletin partiye teslim olması”na dönüştü. Ve devletin ideolojisi, partinin çıkarı haline geldi. Artık sağ siyasetin içinde denetim, öz-eleştiri, hesap verme diye bir mekanizma kalmadı. Kendini sorgulayamayan her güç gibi, sağ da kendi çöküşünü hazırladı.

III. 2019–2023: Kopuş Görünümlü Restorasyon – Yeni Sağ’ın Eski Dili

Erdoğan’ın gölgesinden çıkan partiler, birer “yenilenme” değil, “restorasyon” girişimi olarak belirdi. Gelecek Partisi, DEVA Partisi ve benzeri oluşumlar, Erdoğan’ı eleştirirken, onun kurduğu düzeni sürdürmekten geri duramadı. Eleştirileri “kişi”ye, çözümleri “aynı zihniyet”e dönüktü. Yani “Erdoğan yanlış yaptı” dediler ama “Erdoğanizmin mantığı yanlıştı” diyemediler. Bu yüzden halkta inandırıcılıkları sınırlı kaldı. Sistemin dışına çıkamadılar; çünkü her biri sistemin içinden doğdu. Erdoğan’ın yarattığı siyaset tarzı, sadece iktidarı değil, onun içinden kopanları da aynı reflekslerle biçimlendirdi.

Sağın içinden çıkan bu yeni partiler, güç yerine hukuk, sadakat yerine liyakat diyemediler.
Eleştirileri estetikti, cesaretleri sınırlıydı. Böyle olunca, “yenilenme” değil, tekrarın zarif biçimi oldular. Toplum da bunu fark etti. Bu yüzden bu partiler, AKP sonrası dönemin değil, AKP’nin uzatılmış gölgesinin temsilcilerine dönüştü.

IV. 2024 ve Sonrası: Belirsiz Arayışlar, Aynı Zihniyet

Bugün iktidar çevresinde Erdoğan sonrası döneme dair çok sayıda senaryo dolaşıyor. Kimi devlet aklına yaslanan, kimiyse muhafazakâr vicdana yönelen isimlerden bahsediliyor. Ancak tablo net: Bu arayışlar bir değişim değil, düzenin kendini yenileme çabasıdır. “Devlet aklı” adı altında konuşulan çizgi, gücü rasyonelleştirmeye çalışıyor ama sorgulamıyor. “Vicdan siyaseti” diye adlandırılan eğilimse, duygusal bir muhasebe öneriyor ama hesap vermeyi değil, nostaljiyi öne çıkarıyor. Her iki yönelim de, Erdoğan sonrası dönemde AKP’nin mirasını sahiplenmenin farklı biçimleri. Biri “daha kontrollü”, diğeri “daha yumuşak” bir otoriterlik öneriyor. Ama ikisi de aynı çelişkiyi taşıyor: Gücü sınırlandırmadan devleti kurtarmaya çalışıyorlar. Ve daha da açık söylemek gerekirse: Bu yapılar, yıllarca “kraldan çok kralcı” davrandı; eleştiri karşısında susmayı, liderin gölgesinde var olmayı seçtiler. Şimdi ise aynı refleksle, “kral yaşasın” diyerek çeperden pay almaya devam etmenin derdindeler. Yani mesele yeni bir Türkiye kurmak değil, iktidarın gölgesinde konumunu korumak. Gerçek bir yenilenme, bu mantıkla doğmaz. Çünkü “kral değişsin ama taç kalsın” diyenler, aslında düzenin devamını isterler.

V. Bugünün Bedeli: Sessizlik, Yoksulluk ve Çürüme

Bugün Türkiye’de adalet, liyakat, eğitim, ekonomi aynı kriz hattında. Adalet, talimatla; ekonomi, keyfiyetle; eğitim, ideolojiyle yönetiliyor. Hukukun susmasıyla yoksulluğun artması, aynı zincirin halkaları. Devlet, vatandaşına karşı değil, vatandaşının üzerinde. Toplum, siyasal sadakatle ölçülüyor. Kurumlar, kendi misyonunu unutmuş durumda. Bu düzenin bedelini halk ödüyor: Yoksulluk sıradanlaşıyor, liyakat alay konusu oluyor, gençler umudunu dışarıda arıyor. Bu sadece ekonomik değil; ahlaki bir çöküş. Ve bu çöküş, sağın hesap vermeyen iktidar alışkanlığının doğrudan sonucudur.

VI. Erdoğan Sonrası Dönem: Yeni Sağ Değil, Yeni Ahlak

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı, yeni bir sağ değil; yeni bir ahlak. Yani;

  • – Gücü sınırlandıran hukuk,
  • – Liyakati ödüllendiren yönetim,
  • – Şeffaflığı zorunlu kılan siyaset,
  • – Eşitliği savunan yurttaşlık bilinci.

Bu dört sütun olmadan, değişse de zihniyet değişmez. Yine aynı hikâye, farklı yüzlerle tekrarlanır. Erdoğan sonrası dönemin kaderi, bir kişinin kim olacağıyla değil, bu ülkenin kendi siyasal kültürüyle hesaplaşıp hesaplaşamayacağıyla belirlenecek. Eğer sağ, güçle arasına mesafe koymazsa, ülke ne kadar lider değiştirirse değiştirsin, zihniyet hep aynı kalacak.

Son Söz: Gölgeden Vicdana

Erdoğan bir sonuçtu; sebep, sağın kendi eleştirisizliği. Yirmi yıl boyunca sağ, kendi içindeki yozlaşmayı sorgulamadı; sadece gücün etrafında döndü.Bugün Türkiye, bir kişinin değil, bir zihniyetin bedelini ödüyor. Gerçek değişim, o zihniyetle hesaplaşma cesaretiyle başlayacak.Bu ülkenin ihtiyacı yeni bir kurtarıcı değil, doğruluğu savunacak siyasetçiler. Lider kim olursa olsun, ilkesi “hesap verebilirlik” değilse, hikâye yine aynı yerde bitecek.Ve belki de şu cümle, bu dönemin en dürüst özeti olacak:“Erdoğan gittiğinde sorun bitmeyecek, çünkü Erdoğan bir sonuçtu. Asıl sorun, onu mümkün kılan siyaset kültürünün hâlâ aramızda yaşıyor olmasıdır.”

Yazar: Tolga Aktaş / Strasbourg Üniversitesi Türk Etütleri Bölümü

Leave A Comment

At vero eos et accusamus et iusto odio digni goikussimos ducimus qui to bonfo blanditiis praese. Ntium voluum deleniti atque.

Melbourne, Australia
(Sat - Thursday)
(10am - 05 pm)