İsrail Savunma Kuvvetlerinin 13 Haziran sabahı ‘İran’ın nükleer programını hedef almak’ amacıyla başlattığı Yükselen Aslan’ kod isimli operasyonunun ABD başkanı Trump’ın girişimleri sonucu geride bıraktığımız günlerde karşılıklı ateşkes ilan edildi. Peki değişen yeni dengelerde bu savaşın kazananı kim oldu? Ortadoğu’da 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren her şey değişti. Ancak Ortadoğu’da yaşayan halkların sorunları bitmedi aksine yeni krizlere kapı açacak şekilde devam etti.
12 gün boyunca süren savaşta herkesin itibarını kurtaran bu ateşkes sonucu bazı bilinmezliklerde meydana geldi. Bibi, İran rejimine sert bir darbe indirse de yıkamadı ve belki de güçlendirdi. Trump ise nükleer programın gelişmesine zarar verse de çatışmanın içine sürüklenmek zorunda kaldı.
Trump’ın ateşkesi ilan ettiği bu hafta içinde İsrail, İran ve ABD arasındaki bu savaşın kazananı kim oldu, kim kaybetti? Açıkçası zor ve karmaşık bir soru soruyorum. Ancak bazı cevaplar bulmak zorundayız. İsrail ana düşmanını zayıflattığını iddia ediyor. İran ise hayatta kaldığını ve yenilmediğini dolayısıyla zafer kazandığını ilan ediyor. Fakat ABD’deki durum daha başka şekilde işliyor. İran’ın nükleer programını yok ettiğini savunuyor. Hangi ülkenin neler kazandığını neler kaybettiğine detaylarına bakarak yorumlayalım.
İsrail
Geçtiğimiz yıl İsrail ve İran arasında hava saldırıları ve füze misillemelerinin yanı sıra Hamas’tan Lübnan Hizbullah’ına kadar Orta Doğu’daki Yahudi Devleti ve Tahran’ın katılımı sonucu sayısız vekalet savaşı oldu. Ancak geçtiğimiz günlerde yaşanan çatışmalar bu iki devlet arasındaki ilk gerçekçi savaş oldu. 1979’dan beri İran için İsrail daima ‘küçük şeytan’ nitelendirmesini yaptı. (Büyük şeytan unvanı ise Amerika Birleşik Devleti’ne verildi.)
Bu bağlamda Bibi’nin takıntıları sonucu İsrail İran’a saldırdı. Bu saldırılar sonucu İsrail olağanüstü sonuçlar elde etti: Askeri operasyonların ilk gününde İran askeri liderlerini etkisiz hale getirdi; ünlü istihbarat örgütü Mossad’ın İran’ın içine nasıl sızdığını bütün dünyaya göstermiş oldu. Tahran’ın uçaksavar savunmalarını ve füze rezervlerini ciddi şekilde azalttı ve nükleer tesislerine saldırdı. Sonunda Ayetullah rejiminin nükleer silah edinme olasılığına onarılmaz bir zarar verme umuduyla ABD’yi savaşa dahil etmeyi başardı.
Tahran’ın füzelerinin neden olduğu birkaç düzine ölüm, yüzlerce yaralanma ve büyük maddi yıkıma rağmen, İran’a karşı savaş İsrail’in en büyük muhalif gazetesi Haaretz’e göre; ülkeyi geçici olarak birleştirdi ve uluslararası kamuoyunun dikkatini bir süreliğine Gazze’deki trajediden uzaklaştırdı. Netanyahu, bunun gelecek yıl yapılacak seçimlerde başbakan olarak yeniden seçilmesi için yeterli olacağına inanıyor.Ancak Gazze’deki çatışma henüz çözüme kavuşmadı. İran’da çok beklediği rejim değişikliği gerçekleşmedi. Bunun için İran halkına yaptığı çağrılar ise boşa çıktı. Ayrıca ABD’nin saldırıları sonucu İran’ın nükleer kapasiteden ne kadar mahrum kaldığı ise tam olarak bilinmemektedir. Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki eğer savaşın sonucu zenginleştirilmiş uranyumu kurtaran Ayetullahlar’ın gelecekteki saldırılara karşı tek caydırıcı güç olduğuna inandıkları atom silahlarına gerçekten ve hızla sahip olmaya karar vermeleri olsaydı, Bibi’nin başlattığı bu saldırı amaçlandığının tam tersine ulaşacak, İsrail için verimsiz bir hamle olacaktı. Sonuçta Orta Doğu istikrasız bir bölge olarak devam edecektir.
İran
Ayetullah rejimi, İsrail saldırısıyla sistematik olarak ortadan kaldırılan üst düzey generallerini, güvenlik hizmetleri başkanlarını ve nükleer bilim insanlarını kaybetti. Ancak, potansiyel olarak hedef alınmış gibi görünen 86 yaşındaki Yüce Lider Ali Hamaney (“Nerede olduğunu biliyoruz ama henüz onu öldürmedik,” dedi Trump), hayatta kaldı, Devrim Muhafızları hala ayakta, hatta gönüllü milisleri yüzlerce olduğu iddia edilen Mossad muhbirini tespit edip tutuklamak için yeniden harekete geçirdiler, bunlardan ikisi zaten idam edildi.
İsrail ve ABD’nin umduğu rejim değişikliği gerçekleşmedi. Tahran’ın sakladığı %60 oranında zenginleştirilmiş 400 kilogram uranyum ABD süper bombaları tarafından yok edilmedi, bir düzine atom bombası yapmak için yeterli malzemeye sahip olmak için %90’a ulaşmaları yeterli olacaktır. Bu oran için ise İran’a altı ay yeterli olacaktır. Ve o noktada, Kuzey Kore gibi İran da dokunulmaz hale gelecektir.Her ne olursa olsun, Ayetullahlar askeri açıdan çok daha güçlü düşmanların saldırısına karşı koydular ve hükümetlerine destek gösterileri ile Tahran sokaklarında Batı’ya ve “Siyonist varlığa” karşı nefretlerini sergilediler. Katar’daki büyük Amerikan askeri üssüne fırlatılan füzelerin yalnızca sembolik bir anlamı vardı, Amerika tarafından atılan her bomba için bir füze ve zayiattan kaçınma uyarısı eşliğinde: İran’ın, ne kadar yaralı olursa olsun, hala silahlı ve savaşabilir durumda olduğunun bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyorlar. Bunu hafife almak tehlikelidir, tıpkı Saddam Hüseyin’in uzun Irak-İran savaşında keşfettiği gibi. Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi ve Oscar ödüllü film yapımcısı Asghar Farhadi gibi iç muhalifler bile İsrail ve Amerikan saldırısına karşı çıktılar.
Öte yandan rejim çok sert bir darbe aldı. Özünde, düşmana verdiği zarardan çok daha fazlasını gördü. Şimdi zayıf bir pozisyondan müzakere masasına geri dönmek zorunda kaldı. Mossad’ın iktidar saflarına bu kadar çok muhbir ve çift taraflı ajanı dahil edebilmesi, Ayetullahlara karşı muhalefetin giderek yaygınlaştığının kanıtıdır. Suriye’den farklı olarak İran muhalefeti silahlı değil, ancak birkaç yıl önce kadınların başörtüsü dayatmasına karşı isyanı Ayetullahları titretmeye yetti: Son günlerde alınan baskı çöküşü daha da yakınlaştırabilir. Bu olmasa bile, en azından atom bombalarına ulaşma programı önemli ölçüde gecikebilirdi.
Amerika Birleşik Devletleri
Trump belli bir bakış açısından bakarsak istediğini elde etti: Tek bir askeri eylemle İran nükleer programını söktü veya ciddi şekilde hasara uğrattı, Tahran’ı önemsiz bir tepkiye yol açacak kadar korkuttu ve İsrail’i savaşı bitirmeye ikna etti. Şimdi krizin başlangıç noktasına dönmeyi planlıyor: Barack Obama’nın daha önce vardığı ve Trump’ın ilk döneminde havaya uçurduğu anlaşmadan daha sert önlemlerle, İran’ın nükleer programını izleme müzakerelerine dönmeyi başarmış olabilir. Başkan, seleflerinin “sonsuza dek sürecek savaşlardan” kaçınma taahhüdünü reddetmedi, çünkü ABD bombardıman uçaklarının görevi sadece 36 saat sürdü; Böylece Amerika düşmanlarına caydırıcı bir sinyal gönderdi, Rusya ve Çin’e, umutsuz zamanlarda Donald’ın güç kullanımı da dahil olmak üzere aşırı durumlara karşı çıkabileceği konusunda dirayetli olduğunu gösterdi.
Ancak gerçek şu ki, Beyaz Saray İran’a saldırmaması konusunda kendi kendisini defalarca uyardıktan sonra Netanyahu tarafından savaşa sürüklendi. Zaman kimin haklı olduğunu gösterecek. Şu an için üç savaşan taraf da gerçek bir zafer olup olmadığını bilmeden bir şey başardıklarını söyleyebilir.
Yazar: Yusuf KARATAŞ / Bologna Üniversitesi, Tarih ve Doğu Çalışmaları YL Öğrencisi