31 Mart 2024 seçimlerinin ardından, Türkiye’deki politik dengeler dikkate değer biçimde değişti. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 1977’den beri ilk kez bir seçimden birinci parti olarak çıkarken, hem belediye başkanlığı ve il genel meclisi oylarında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni geride bıraktı, hem de iktidar-muhalefet ilişkilerinde bir değişimi başlattı. Bu değişimin merkezinde yakınlaşma, normalleşme, yumuşama gibi isimler verilen iktidar-muhalefet arasındaki diyalog süreci vardır ve Özgür Özel-Recep Tayyip Erdoğan görüşmesiyle başlayan ve AKP’li bakanlar ile CHP’nin gölge bakanlarının görüşmelerini de kapsayan söz konusu süreç halen devam etmektedir. Bu çalışmada, bu sürecin anlamını, fırsat ve risklerini tartışacak ve geleceğine dair üç senaryo öne sürerek yakın siyasi gelecek üzerine bir projeksiyon yapmaya çalışacağız.
Fırsatlar ve Riskler
Cumhurbaşkanı ile ana muhalefet liderinin görüşmelerinin açacağı ilk fırsat kapısının AKP tabanının CHP’ye yönelik tabularını kırmak olabileceği açıktır. Zaten CHP, bilhassa 2019’dan beri, belli oranlarda iktidar seçmenini kendisine çekebiliyor; yerel seçimlerde çok daha kuvvetli şekilde işleyen bu mekanizma 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinde tam anlamıyla başarılı olamadı. Bunda kuşkusuz burada teker teker çözümleyemeyeceğimiz çeşitli etkenler söz konusu. Bu etkenlerin, kamuoyunda en fazla kabul göreni, AKP’ye oy veren kesimlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partiye ve lidere sadakat daha kuvvetliyken, yerel seçimlerde diğer partilere savrulmanın daha “kabul edilebilir” addedilmesi. Lider üzerinden bir kutuplaşma stratejisi genel seçimlerde daha etkiliyken, yerel seçimlerde bunun etkisi azalıyor, seçmen daha az partizanca oy kullanıyor. Dahası Türkiye’nin son yıllardaki en yakıcı sorunu olan ekonomik kriz ve bunun toplumdaki çok değişik yansımaları, hızlı bir yoksullaşma, geniş halk kitlelerini kaplayan umutsuzluk ve bunalım da toplumda CHP’ye karşı bir ilgi yarattı.
Kutuplaşma stratejisi, Jair Bolsonaro, Donald Trump, Viktor Orbán gibi liderlerin söylemlerinde de görüldüğü gibi, sağ-popülist liderlerin iktidar stratejilerinde önemli bir rol tutuyor. AKP iktidarının bu denli uzun sürmesinde de, toplumu seküler-dindar karşıtlığı üzerinde bölen stratejinin de önemli bir payı olduğu malum, ancak meseleyi salt kutuplaşmanın taraflardan birine kazandırdığı mobilizasyon gücüne bağlamak yüzeysel kalacaktır. Öte yandan muhalefet için de, AKP karşıtlığı temel motivasyonlardan biridir ve CHP’nin kendi etrafında -CHP tarihsel olarak AKP karşıtı muhalefetin en köklü ve istikrarlı unsurlarını temsil ettiği için- bir konsolidasyon oluşturarak diğer muhalif partilerin oylarını kendine çekmesi de bu partinin seçim başarısında mühim rol oynamıştır. Yani, kutuplaşma konusunda oynanacak oyun daima çok ince dengelere istinat etmektedir, AKP’nin konsolidasyonunu seyreltecek bir hamle CHP’ye yeni oylar getirebilecekse de, kutuplaşmanın tamamen ortadan kalkması, muhalefette merkezkaç etkilere olanak tanıyan öngörülmez bir atmosfer oluşturabilir, bu da doğal olarak CHP’nin zararına olur.
İkinci bir konu ise CHP-AKP arasındaki diyalogun Cumhur İttifakı’nın iç dengelerinde bir değişimi tetikleme imkanıdır. Her ne kadar ittifakın iki kanadından da Cumhur İttifakı’nın sağlam ve bozulmaz olduğu konusunda sürekli beyanatlar gelse de ana muhalefet partisinin doğru bir stratejiyle, bu iki parti arasında, çeşitli somut ihtilaflara dayanan çelişkileri derinleştirme imkanı vardır ve CHP liderliği, an itibariyle, bunun politik imkanlarının farkında olduğunun işaretlerini vermektedir. Bu önemli meselenin de altını çizmekle yetinelim.
AKP ise sık sık anayasa değişikliğini vurgulamaktadır. Bu meselenin AKP’nin bir önceliği olduğu sır değildir. Buradan murat edilenin, anayasayı liberal, sivil, kapsayıcı yapmak gibi AKP’nin siyasi bir söylem olarak kullandığı ve herhangi bir realiteye tekabül etmeyen bir politik reform girişiminden öte, a) Cumhurbaşkanı’nın yeniden aday olabilmesini sağlamak b) AKP’nin azalan toplumsal desteğiyle iktidarda kalabilmesini sağlamak için cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki %50 şartını değiştirmek veya henüz neye benzediği ve neye istinat ettiği belli olmayan yeni bir hibrit sistem inşa etmek olduğu açıktır. Böyle bir sözde reform stratejisinin peşine takılmak, açıktır ki CHP için, partideki bütün gelişmeyi hiçleştirecek bir katastroftan başka bir şey getirmeyecektir.
Muhtemel Senaryolar
İstikşafi Görüşmeler Senaryosu:
2015 Haziran seçimlerinde AKP TBMM çoğunluğunu kaybetmiş, iktidarda kalabilmek için bir koalisyon kurmaya mecbur kalmıştı. Devlet Bahçeli’nin, Milliyetçi Hareket Partisi’nin tüm koalisyonların dışında kalacağını açıklamasından sonra, CHP-MHP-HDP koalisyonu, CHP azınlık hükümeti, HDP destekli bir CHP-MHP azınlık hükümeti senaryoları imkansızlaşmış, tek muhtemel senaryo olarak AKP-CHP arasında bir büyük koalisyon gündeme gelmişti. Bu amaçla AKP ve CHP heyetleri 13 Temmuz-26 Ağustos 2015 tarihleri arasında derinlemesine görüşmeler yapmış, dönemin başbakanı ve AKP genel başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun “istikşafi görüşmeler” olarak tanımladığı bu süreç büyük bir toplumsal beklenti yarattığı halde, bilhassa Erdoğan ve AKP’nin bir kanadının bu koalisyona karşı olmasından ötürü akim kalmış. 45 günlük yasal sürede hükümet teşkil edilemediği için, erken seçime gidilerek geçici seçim hükümeti kurulmuş ve bu süreçte AKP toparlanarak, 7 Haziran 2015 seçimlerinde % 40, 8’e düşen oylarını 1 Kasım 2015 erken seçimlerinde 49, 5’e çıkararak yeniden tek başına iktidara gelme imkanına kavuşmuştur. “İstikşafi görüşmeler” senaryosu olarak tanımladığımız durumda, AKP’nin yerel seçimlerden sonra yaşadığı bocalama dönemini CHP’yle sonuçsuz bir yakınlaşma stratejisi yürütüp vakit kazanarak atlatmasını ve bu süreçte CHP’nin sert bir muhalefet yapmasını engelleyerek, Mehmet Şimşek’in özellikle dar ve orta gelirli kesimlerde büyük reaksiyon yaratan neo-liberal kemer sıkma politikalarını bir avantaja çevirmesine mani olacağı öngörülebilir. Bu durumda, sözkonusu ekonomik tepkili seçmenlerin AKP’den yine de ayrılmayacağı veya CHP yerine, farklı söylemler üzerinde sağ-protest oyları alabilecek Yeniden Refah Partisi, Zafer Partisi gibi partilere gidebileceği söylenebilir.
Ortaklaşma Senaryosu:
Bu senaryoda ilkinden farklı olarak AKP’nin amacı zaman kazanmak değil, iktidar-muhalefet ilişkilerini yumuşatarak ve ulusal politika konularında CHP’yle yoğun görüşmeler yaparak, kamuoyu nezdinde -üstü kapalı- bir koalisyon izlenimi uyandırmaktır. Bu stratejinin bir sonraki aşaması, AKP-MHP arasında bir kopuş yaşanması durumunda, nasıl 15 Temmuz’dan sonra Fethullahçı bürokratların yerini büyük oranda MHP’li bürokratlar aldıysa, bu kez de ülkücü bürokratların yerini CHP eğilimli bürokratlarla ikame etmektir. Bu strateji, bilinçli veya bilinçsiz olarak CHP’nin kamuoyu nezdinde iktidarın somut icraatlarına rıza üretmesine neden olacaktır. Bürokraside tercih edilecek bürokratların, hükümetin “yerli-milli” olarak tanımlayacağı kimseler olacağından hareketle, böyle bir ortaklığın orta vadede CHP içinde sosyal demokrasi-ulusalcılık aksı üzerinden yeni bir ideolojik krize de yol açması olasıdır. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda, CHP bizzat iktidarın bir parçası olarak görülerek kamuoyu nezdinde muhalif parti olma vasfını kaybedecektir. Bu durumun CHP içinde de, yukarıda bahsedilen fay hatlarını tetikleme olasılığından dolayı, huzursuzluğa, hatta bir bölünmeye yol açması beklenebilir. AKP için böyle bir senaryonun tamamlayıcısı olarak CHP desteğiyle bir anayasa değişikliği imkanının yollarını aramanın da gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
“Sözde Demokratikleşme” Senaryosu:
Bu senaryoda AKP-CHP yakınlaşması, Türkiye’nin ekonomik kriz ve Batı dünyasından dışlanma sorununun çözüm teklifi olarak yeni bir “demokratikleşme” atılımını bir politik hedef olarak işaret edecektir. Böyle bir yakınlaşma stratejisine DEM Parti’nin (veya bu parti içinde bir kanadın) de angaje edilmesi gündeme gelebilir. Böyle bir senaryoda, bir yıl gibi bir süreye yayılacak bazı “demokratik” reformlar açıklanır, politik hükümlülerin bir kısmı özgürklüklerine kavuşturulur ve belli bir süre içinde, 2010 Anayasa Referandumu’nu anımsatacak bir politik dil kullanılarak, Türkiye, meclisteki AKP-CHP çoğunluğuna dayanarak, bir Anayasa değişikliği sürecine yol alır. Muhalefeti heyecanlandıracak bazı “kozmetik” değişiklikler gerçekleşirken, nihai amaç olarak Cumhurbaşkanı’nın yeniden aday olabilmesini sağlamak ve AKP’nin daha küçük bir toplumsal destekle iktidarda kalabilmesini temin etmek için Anayasa değişiklikleri yapılacaktır. Bu senaryonun bir diğer önemli amacı da, Türkiye’nin 2018-2023 arasındaki alışılmadık ekonomi siyasetlerinden uzaklaştığı ve demokratikleştiği imajı çizilerek, Mehmet Şimşek politikalarının, dış dünya nezdinde kredibilite kazanmasını sağlamaktır. Bu durumda, CHP bir sosyal demokrat parti olarak temsilcisi olma iddiasında olduğu geniş emekçi kesimlerin en temel çıkarlarına aykırı bir iktisadi siyasete omuz verip, buna dünyada da itibar kazandırarak, kendi tabanı ve misyonuyla amansız bir çelişki içine düşecektir.
Bitirirken: Nasıl bir İktidar Stratejsi
2024 ilkbaharı itibariyle CHP Türkiye nüfusunun yüzde 60’ından fazlasının yaşadığı yerel yönetimleri idare eden parti olması itibariyle, yıpranmış ve yorgun iktidar partisinin en büyük alternatifi, ilk seçimdeki iktidar adayıdır. CHP’nin en büyük iktidar stratejisi elindeki bu gücü efektif kullanmaktır. Bunun yolu da;
- İktidar seçmeninin radarına girmek, oy verilebilir parti olmak.
- Muhafazakâr-sağcı kitlelerle kültür savaşının bir parçası olmaktan sakınmak.
- İktidarın yanlış siyasetlerinin 180 derece karşısında konumlanmak, iktidarın hiçbir icraatının ortağı olmamak.
- Mehmet Şimşek’in kemer sıkma programını, her hafta bir yenisi gündeme gelen vergileri çok sert biçimde, sol-popülist bir dille eleştirmek.
- Kitlesini, daima ertesi gün seçim olabilirmiş gibi diri tutmak.
- CHP’nin, sadece CHP’lilerin değil, ülkedeki bütün memnuniyetsizlerin partisi olduğunu söylemek.
- Türkiye’de hem ekonomik hem politik normalleşmenin ancak CHP iktidarında olacağını ifade etmek.
- Anayasa tartışmalarının suni gündemler olduğunu ve Türkiye’de gerçek bir demokratikleşme ve reform programını sadece CHP’nin hayata geçirebileceğini altını çizmekten geçmektedir.
Yazar: Dr. Ali TİRALİ