TÜİK, 2024 yılının doğum istatistiklerini açıkladı. 2014’ten beri bu yana düşen doğurganlık hızı 1,48’e geriledi. Nüfusun kendisini yenileme oranı olarak kabul edilen 2,10 oranı ise 2017 yılında aşıldı.

Doğurganlık oranlarındaki düşüş, özellikle gelişmiş ülkelerde refah artışı, şehirleşme ve kadınların iş hayatına katılması ile bağlantılandırılır. Türkiye’de de 80’lerden bu yana düşüş eğilimi gözlenmekle birlikte ekonomik, sosyal ve demografik sorun yaratacak şekilde düşüş son 10 yılda gözlemleniyor.

Türkiye bir refah toplumu değil ancak doğurganlık hızı refah devletleriyle yarışır seviyede. Danimarka’nın %1,50 (2023), İsveç %1,45 (2023) ve Hollanda’nın %1,43 (2023) seviyesinde olduğu bir tabloda Türkiye’nin bu ülkelerle aynı ligde (%1,48) yer alması Türkiye’nin bu yolculukta farklı bir yola saptığını bize gösteriyor.
Türkiye Neden Çocuk Yapmıyor?
Düşüş trendi incelendiğinde 2014’ten bu yana belirli bir eğilimden ziyade bir çöküş olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin sosyo-ekonomik macerası, ülkenin yaşadığı siyasi ve ekonomik krizlerin insanların çocuk yapmasını etkilediği gerçeği ile bizi yüzleştiriyor.
Türkiye, öncü dalgaları daha önceden başlamakla birlikte 2018’den beri ekonomik krizin içinde. Aynı dönemde Türkiye’nin demokrasisi ve hukuk rejimi çökerken insanların çocuk yapma motivasyonlarının düştüğü görülüyor. Türkiye bu seneye kadar doğum ve bebek yardımı yapmayan ya da istisnai durumlarda yapan bir ülke idi. Düşüş karşısında panik içinde 2025 yılı Aile Yılı ilan edildi ve birtakım yardımlar gündeme getirildi.
Doğum yardımı 5 bin TL olarak belirlenirken ikinci çocuğa aylık 1.500 TL üçüncü ve sonrası çocuk için aylık 5 bin TL verilmesi kararlaştırıldı. Türkiye’nin ekonomik gerçekliğinde komik olan bu rakamların insanları çocuk yapmaya itmesi beklenemez.
Doğurganlık oranlarının düşmesi, genç nüfusun ve işgücünün azalması ve uzun dönemde sosyal güvenlik sisteminin zorlanması anlamına geliyor. Ancak Türkiye için farklı bir de tuzak var. Türkiye 80’lerden bu yana ekonomisini nüfus artışına dayanarak büyüten bir ülke. Katma değer ve teknoloji olmadan adeta yığma bir ekonomik model ile ucuz işgücüne dayalı tekstil, turizm ve inşaat sektörlerinin genişlemesi sahte bir refah yaratıldı. Bu yüzden artan ihracat ve büyüme rakamları ülkenin başarısı olarak lanse edildi.
Ancak aslında yaratılan nüfus artışı ile emlak ve yaşam harcamaları talebinin şişirilmesi idi. Nüfusu artan şehirler sahte bir ekonomik hareket yarattı. Katma değer yaratamayan ekonominin büyümesi ancak nüfusun artmasına dayandırıldı. Yani kolay yol seçildi, nüfus artarken de herkes bundan faydalandı. Ancak bu durum daha fazla devam ettirilemeyecek. Nüfus artış hızı düştüğünde diğer ülkelerin karşılaştığı sorunlara ek olarak Türkiye bir de bu gerçekle yüzleşecek.
Siyasetten Kaçırılmaya Çalışılan Demografi
Türkiye’de insanlar ülkeye güven duymuyor. Ekonomik şartlar ile bu birleşince insanların çocuk yapma motivasyonları yok oluyor. Düşen demografi insanların aile ve gelecek kurma hayallerini yıkarken bu kadar keskin bir düşüş ülkenin ekonomik geleceğini de tehdit ediyor.
Bu çöküşün muhalefet tarafından topluma anlatılması ve afişe edilmesi şart. Ekonominin kötü olmadığına inanan, restaurant ve cafe’lerin dolu olmasını bunun kanıtı olarak gösteren topluluklara doğurganlık oranlarındaki düşüşü açıklamaları istenmeli. Doğurganlık hızındaki düşüşün nedeni Türkiye’nin kurumsal çöküşü ile doğrudan bağlantılı.
Sanıldığının aksine hükümet bu durumdan oldukça endişe duyuyor. Çünkü bu durumu kendi kitlelerine açıklamaları gerekiyor. Öyle ya, Türkiye bir yandan bölge lideri olurken diğer yandan neden insanlar çocuk yapmıyor ki? 2025 yılının Aile Yılı ilan edilmesi kendi perspektiflerinden bu çöküşe bir cevap niteliğini taşıyor. Erdoğan’ın siyasete meraklı oğlu Bilal Erdoğan’ın açıklamasına bakarsak konuyu siyasetten uzaklaştırmaya çalıştıkları da görülüyor:
“Yeni bir demografik el bombası şu anda ortada. Eğer buna hazırlık yapamazsak, karşılayamazsak, anlayamazsak, ülke olarak gerçekten kaybedeceğiz, zayıflayacağız, geriye gideceğiz. Gelecek sizin geleceğiniz, sizin yaşayacağınız gelecek. ‘Efendim, ekonomi kötü, geçim sıkıntısı var. Ondan çocuk yapılmıyor’ deniyor. Araştırmalar gösteriyor ki gelir düzeyi arttıkça çocuk sayısı azalıyor. Eğer öyle olsaydı varlıklı insanlar daha çok çocuk yapardı, yapmıyorlar.”
Yani iktidar kanadı bir yandan tehlikenin farkında olduklarını sinyallerken öte yandan konunun olabildiğince iktidarın politikalarının sonucu ile ilgisi olmadığına inandırmaya çalışıyorlar. Çünkü doğurganlık oranlarındaki keskin düşüş ülkenin kötüye gittiğinin çok net bir göstergesi. Bunun için muhtemelen kadın hareketini ve seküler yaşam tarzını hedef almaları muhtemeldir.
Elbette kadınlar çocuk yapma ve kürtaj konusunda özgür olmalı, kadınların sadece anneliğe sıkıştırılan toplumsal rolü dönüştürülmelidir. Ancak çocuk yapmak isteyip yapamayan ya da yeni bir çocuğa ekonomik gücü yetmeyen kitleler varken bunun doğrudan bir ekonomik ve kurumsal bir sorun olduğu unutulmamalıdır. Doğurganlık hızının düşmesi hükümetin politikalarının bir sonucudur ve bu durum topluma açıklanmalıdır.
Muhalefetin bu boşluğu iyi değerlendirmesi şart. İktidar kendi kendisine yaptığı felaketi açıklamaya çalışırken muhalefet bu alanı boş bırakmamalı, bu gerçeği siyasetle bağdaştırmalı. Zira toplumun geniş kesimleri zaten evlenirken ve çocuk yaparken maddi olarak ne kadar zorlandığını kendisi de biliyor. Buradaki boşluk, bu zorluğu siyaset ile ilişkilendirmek. Yoksa ortalama bir seçmen bir yandan çocuk yapamazken öte yandan zenginlerin de çocuk yapmadığını ya da kadınların çalıştığı için çocuk yapılmadığını zannederek kendi yaşadığı zorluğu iktidar politikaları ile ilişkilendirmekte zorlanacak. Siyasetçilerin görevi geniş kitlelerin çektiği sorunları hükümet politikaları ile eşleştirmek olmalıdır.
Yazar: Cem Özen / Bağımsız Araştırmacı