Ahmet Özer’den Esenyurt’a, İmamoğlu’ndan Türkiye’ye: Kentin Siyaseti ve Yeni Cumhuriyet’in Eşiği
Kent uzlaşısı, Türkiye’de etnik ve sınıfsal kutuplaşmaların ötesinde, yeni bir toplumsal barış dili olarak yükseliyor. Ahmet Özer’in Esenyurt deneyimi, hem AKP’nin mekânsal iktidar stratejisine karşı bir demokratik direniş alanı,hem de Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında CHP’nin kent merkezli vizyonuna yön verecek yeni bir siyaset laboratuvarıdır.
19 Mart, yalnızca bir mahkeme günü değildir; Türkiye’de kent iradesine karşı yapılmış sessiz bir müdahaledir. Ahmet Özer’in Esenyurt’ta temellendirdiği “kent uzlaşısı” anlayışı, bu müdahaleye karşı yeni bir siyasal aklın habercisidir. Bugün Türkiye’nin geleceği, artık Ankara’nın koridorlarında değil, Esenyurt’un sokaklarında yazılmaktadır. Cumhuriyet yeniden doğacaksa, bu kez kentin kalbinden doğacaktır.
I. Giriş – 19 Mart’ın Sembolü ve Kentin Direnişi
Türkiye bir kez daha şehirlerin kalbinde yankılanan sessiz bir sarsıntıyla yüzleşti. 19 Mart, yalnızca bir mahkeme kararı değil, kentlerin demokratik iradesine yönelmiş sivil bir müdahalenin sembolü olarak tarihe geçti. O gün Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınışı, bir liderin değil, kentlerde filizlenen demokratik yurttaş bilincinin sorgulanmasıydı.
İktidar, uzun süredir sandığı değil sokağı, seçmeni değil kenti kontrol etmenin peşinde. Çünkü Türkiye’de artık iktidarın kalbi Ankara’da değil, kentlerin ritminde atıyor.
19 Mart darbesi, tanksız ama tazyikli; kansız ama sessiz bir darbedir. Devletin kentin özerkliğine yönelttiği idari, yargısal ve medya kuşatması, kentli yurttaşın kendi kaderini tayin hakkına karşı girişilmiş bir operasyondur. Bu nedenle mesele bir dava dosyasından ibaret değildir; mesele, kent üzerinden yeniden kurgulanan bir siyasal rejimin varlığıdır. İşte tam bu noktada, son yıllarda Türkiye siyasetinde giderek önem kazanan bir kavram öne çıkıyor: kent uzlaşısı.
Bu kavramın hem teorik derinliğini hem de pratik ufkunu en tutarlı biçimde kuran isim, Ahmet Özer’dir. Onun öncülüğünde şekillenen Esenyurt deneyimi, sadece bir belediyecilik pratiği değil, iktidarın kalbine giden alternatif bir yol haritası olarak okunmalıdır.
II. Kent Uzlaşısı: Ahmet Özer ve Esenyurt Deneyimi
Ahmet Özer’in “kent uzlaşısı” kavramı, modern Türkiye’nin en temel açmazını işaret eder:
Etnik, inançsal ve sınıfsal kutuplaşmaları aşmanın yolu, kimliklerin ötesinde ortak mekân bilinci yaratmaktır. Kent uzlaşısı; hem Kürt sorununu, hem sosyal adaletsizliği, hem de temsil krizini aynı anda çözebilecek mekânsal bir siyaset teorisidir.
Esenyurt bu düşüncenin laboratuvarıdır. Bir zamanlar İstanbul’un kenarında, sanayi artıklarıyla, yoksul göçmenlerle, kimlik çatışmalarıyla anılan bu ilçe, bugün Türkiye’nin yeni sosyolojik barometresi hâline gelmiştir. Burada Kürt de vardır, Karadenizli de; Alevi de vardır, muhafazakâr da. Esenyurt, bütün farklılıkların yan yana yaşamak zorunda kaldığı, cumhuriyetin mikrokozmosudur. Ahmet Özer tam da bu nedenle Esenyurt’u “iktidara giden yolun kapısı” olarak tanımlar: Çünkü kim İstanbul’u alırsa Türkiye’yi alır; kim Esenyurt’u anlar, İstanbul’un ruhunu çözer.
Esenyurt’ta kurulan bu kent uzlaşısı pratiği, belediyeciliği salt hizmet üretimi olmaktan çıkarır; toplumsal barışın mühendisliğine dönüştürür. Kent uzlaşısı, yalnızca yolları onarmak değil, toplumun kırık damarlarını onarmaktır. İmar planlarının, park projelerinin, kültür merkezlerinin arkasında, sessizce işleyen bir barış diplomasisi vardır. Özer’in yaklaşımı, “siyaseti mekâna çevirmek” değil, “mekânı siyasetin yeni dili” hâline getirmektir.
III. AKP’nin Mekânsal İktidar Stratejisi
AKP’nin başarısının sırrı, devlet aygıtından çok mekânsal hâkimiyette gizlidir.
2000’lerden itibaren iktidar, kamusal alanları yeniden tanımlayarak “mekânın ideolojisini” kurdu: Meydanlar denetim altına alındı, parklar kameralarla çevrildi, mahalleler “sadakat coğrafyaları”na dönüştürüldü. Kent, artık sadece nüfusun değil, itaatin düzenlendiği bir sistem hâline geldi. Bu stratejinin en kritik adımı, yerel yönetimleri merkeze bağlayan yasal ve idari düzenlemelerdi. Belediyelerin mali özerkliği törpülendi; merkezi ihalelerle bağımlılık zinciri oluşturuldu; planlama yetkisi Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle daraltıldı.
Bütün bunlar, klasik anlamda otoriterliğin değil, mekânsal otoriterliğin göstergeleriydi.
19 Mart, işte bu mekânsal otoriterliğin yeni perdesidir. İmamoğlu’nun gözaltına alınışı, bir bireyin değil, kent iradesinin cezalandırılmasıdır. Tıpkı geçmişte Diyarbakır, Van ve Mardin’e kayyum atanması gibi; İstanbul’da da demokratik meşruiyetin yerini, idari vesayet almaktadır. Bu vesayet, tankla değil, tapuyla; üniformayla değil, mevzuatla yürütülmektedir. Böylece Türkiye, yeni tip bir darbe biçimiyle, “19 Mart Darbeleri” çağını yaşamaktadır.
IV. Kürt Sorunu ve Kentteki Yeni Toplumsal Barış Arayışı
Kürt meselesi bugün artık dağlarda değil, kentlerin sokaklarında yaşanıyor. Milyonlarca Kürt yurttaş İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi şehirlerde kendi varlığını, kimliğini ve geleceğini yeniden tanımlıyor. Bu dönüşüm, meselenin doğasını kökten değiştirdi: Artık “etnik çatışma” değil, “kent hakkı” tartışıyoruz. Yani barış, sınırda değil; mahallede, okulda, belediyede inşa edilecek.
Kent uzlaşısı, bu anlamda Kürt sorununun da yeni çözüm dilidir. Esenyurt’taki birlikte yaşam deneyimi, Diyarbakır’daki yerel demokrasi arayışına ayna tutar. Her iki örnek de bize şunu gösteriyor: Bir arada yaşamanın yolu, kimliklerin eritilmesinden değil, mekânın ortaklaşmasından geçer. Parkta yan yana oturabilen yurttaş, sandıkta da yan yana durabilir.
Bu bakımdan kent uzlaşısı, CHP’nin uzun yıllar uzak kaldığı bir toplumsal barış politikası potansiyeli taşır. Kürt meselesini devletin güvenlik paradigması yerine, belediyelerin kapsayıcı yönetim pratiği üzerinden yeniden tanımlamak; hem demokratikleşmenin hem de sol siyasetin önünü açar.
V. Esenyurt Modeli: Uzlaşıdan İktidara Giden Yeni Yol
Esenyurt modeli, Türkiye’deki klasik belediyecilik anlayışını kökten sarsan bir örnektir.
Bu modelde belediye, yalnızca çöp toplayan, yol yapan bir kurum değildir; aynı zamanda toplumsal dönüşümün mekânsal laboratuvarıdır. Ahmet Özer’in yaklaşımında belediye, “hizmet veren” değil, “birlikte yaşayan” bir kurumdur. Bu anlayışta belediye binası, halkla devlet arasındaki mesafenin kısaldığı bir forum alanına dönüşür; kültür merkezleri, hemşehri dayanışmasının ötesinde birer barış mekânı olur; sosyal yardımlar, sadaka değil, yurttaşlık hakkı olarak tasarlanır.
Esenyurt’un Türkiye siyaseti için asıl önemi, iktidarın yeniden inşasında kent bilincinin rolünü göstermesindedir. Burada kurulan uzlaşı, yukarıdan inen bir “milli birlik” değil, tabandan yükselen bir şehir sözleşmesidir. Özer’in “kente dair söz hakkı herkesindir” yaklaşımı, CHP’nin uzun yıllar ihmal ettiği yerel demokratikleşme sürecini pratikte başlatmıştır. Kadın meclislerinden gençlik platformlarına, göçmen danışma ofislerinden mahalle dayanışma ağlarına kadar, Esenyurt’ta oluşan bu yapı sosyolojik bir köprü işlevi görmektedir. Bu model, AKP’nin kent siyasetine tam zıt bir koordinat üretir.
Birinde yurttaş “müşteri”dir; diğerinde “ortak.”
Birinde kent “mülk”tür; diğerinde “yaşam alanı.”
Ve bu fark, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en temel ideolojik ayrımdır.
VI. CHP İçin Vizyon: Kent Cumhuriyeti ve Demokratik Uzlaşı
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı, kentlerin cumhuriyeti olmak zorundadır.
CHP, bu gerçeği içselleştirip “sosyal belediyecilikten” öte, katılımcı kent cumhuriyeti vizyonuna geçmelidir.
Somut öneriler:
- Kent Uzlaşısı Enstitüsü Kurmak
– Belediyelerde iyi uygulamaları analiz eden, politika rehberi hazırlayan yapılar. - Yerel Demokrasi Yasası
– Mahalle forumlarını resmileştirir, bütçe şeffaflığını zorunlu kılar. - Kent Diplomasisi Programı
– Avrupa ve Akdeniz kentleriyle iklim, kültür, göç odaklı işbirliği ağları kurmak.
Bu stratejiler, CHP’yi klasik bir devlet partisi olmaktan çıkarır; yerelden yükselen halkçı bir cumhuriyet hareketine dönüştürür.
VII. Sonuç – Darbelerden Uzlaşıya: Kentin Vicdanı
19 Mart darbesi, Türkiye’ye şunu hatırlattı: Gerçek iktidar artık kimin sarayda oturduğunda değil, kimin sokağa çıktığında meşruiyet kazandığında belirleniyor. Kentler, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında sadece ekonomik değil, ahlaki ve politik direncin mekânları olacak. Ahmet Özer’in Esenyurt’ta başlattığı deneyim, bu vicdanın ilk laboratuvarıdır. Esenyurt artık bir ilçe değil, siyasi bir simgedir. Orada yükselen her kültür merkezi, açılan her dayanışma evi, sadece bir hizmet değil, demokrasiye açılan bir penceredir. O pencereden bakan her yurttaş, farklı kimlikleriyle değil, ortak insanlığıyla görünür hale gelir.
19 Mart darbesi, kent iradesine vurulmuş bir zincirdi. Ama tarih bize gösterdi ki, kentler zincir tutmaz. Zincir kırılır, meydanlar dolar, vicdan konuşur. O vicdanın adı artık Esenyurt’tur; Mersin’dir, Diyarbakır’dır, İstanbul’dur. Ve o vicdanın dili, kent uzlaşısıdır. Bu uzlaşı kök saldıkça, Cumhuriyet yeniden yeşerecektir devletin tepesinde değil, halkın kalbinde; kulelerin gölgesinde değil, sokakların ışığında. Çünkü tarih, artık Ankara’nın değil,
kentlerin yazdığı bir Cumhuriyet’in hikâyesidir.
Yazar: Tolga Aktaş / Strasbourg Üniversitesi Türk Etütleri Bölümü