Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu rejim için değişik adlandırmalar yapılıyor. “Tek adam rejimi”, “seçimli otoriterizm”, “sultanizm” vb…
Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, siyasi yapının demokratik olmadığı açık. Bunun adalet ve yargı sisteminde, sağlık ve eğitim sisteminde, dış politikada, güvenlikte, devletin bütün kurumsal yapı ve işleyişinde yarattığı olumsuz yansımaları, hepimiz, bütün vatandaşlar, kendi günlük sıradan yaşantımızda (Örn. emekli maaşında, Eylül’de çocukları okula kaydederken vb!) her gün defalarca yaşıyoruz, görüyoruz.
Bütün bunların bu hale gelmesinde, elbette herkesin, bütün vatandaşların, kurum ve kuruluşların az ya da çok payı var.
Ama en büyük pay, asıl olarak devleti yönetenlere düşüyor.
Türkiye bütün olumlu göstergelerde sonlarda, bütün olumsuz göstergelerde ilk sıralarda.
23 yıllık iktidarın güzel ülkemizi getirdiği durum bu. Bu bir “çöküş” görüntüsüdür!
Ve bu durumun aşılması için yapılacak ilk ve en önemli iş, ülkeyi bu hale getiren bu iktidarın değiştirilmesidir. Değişim dediğimiz de budur.
Şu ya da bu ilçe başkanının, yönetim kurulu üyesinin, şu ya da bu belediye başkanının, şu ya da bu PM veya MYK üyesinin değil,
İktidarın değişiminden söz ediyorum.
Türkiye’nin temel sorunu, “iktidar değişimi” sorunudur.
Ve bu değişim, elbette seçimler yoluyla olacaktır.
Son tahlilde (siyasal planda), bir yanda “iktidar” ve diğer yanda “demokratik muhalefet” var.
İktidar, artık giderek sadece saraydan ve onun borazanlığını yapan bir avuç medyacıdan oluşuyor. AKP diye bir parti neredeyse yok.
Cem Küçük bile, CHP’li belediyeler konusunda “AKP’nin niye sesi çıkmıyor? Biz bir avuç köşe yazarı ve medya organı mücadele ediyoruz” diye şikayet ediyor!
F. Altun’un görevden alınması, (Beylikdüzü’nün de yakından tanıdığı) Mücahit Birinci hakkındaki iddialar, M. Uçum’la ilgili tartışmalar vb. iktidar tarafında işlerin, medyaya yansıdığından çok daha karışık olduğunu gösteriyor.
Oradaki temel soru, Erdoğan sonrası…
Gerçekten de, bütün bu operasyonların, Erdoğan’ın (aynı şartlarla ya da başka şartlarla -örneğin ucubik bir parlamenter sistemle ya da devlet yapısında yapılacak radikal bir değişiklikle-) yeniden seçilmek istemesinden mi, yoksa kendisinden sonra seçilecek (istediği) kişi için “mıntıka temizliği” yapmak istemesinden mi kaynaklandığını henüz bilmiyoruz.
Erdoğan’ın gündemi (iktidarda kalmak) ile “çevresinin” gündemi (Erdoğan sonrasına hazırlanmak) farklı da olabilir (Epözdemir ve Birinci etrafında gelişen iddia ve tartışmalar, bu açıdan ilginç veriler sunuyor).
Muhalefet tarafında ise, temel çizginin “demokratik muhalefetin birliği” olduğu konusunda görüş birliği varsa da, bu birliğin nasıl ve hangi temel politikalar etrafında şekilleneceği (Örn mevcut sistem devam mı, parlamenter sistem mi vb) henüz netleşmiş değil (Komisyona katılma-katılmama tartışmaları da, buna başka bir örnek).
Elbette muhalefet saflarındaki bu kısmi görüş aykırılıkları, iktidar tarafından “kullanılmaya” açık bir alan da oluşturuyor.
Ama iktidar açısından şurası net: Muhalefet baskı altına alınmalı, birbirine düşürülmeli veya dağıtılmalı.
Bunu da yapmaya çalışıyorlar. Yandaş TV’lerde neredeyse her gün ama her gün, “muhalefetin belkemiği” CHP dışında hiçbir şey konuşulmuyor! Her konu dönüp dolaşıp, CHP’ye bağlanıyor.
Bu arada yalan, iftira, kara çalma, tehdit, baskı, korkutma vb. her türlü araç kullanılıyor (Bundan kısmi sonuç aldıkları, “Topuklayan Efe” örneğinde olduğu gibi, kabul edilmeli).
Kendini muhalefet saflarında gören ama bedeni Türkiye’de aklı Norveç’te olan (?!) bazı arkadaşlar, her kusuru CHP‘de ya da onun (gözüne kestirdikleri) bir-birkaç yöneticisinde bulmaya, tabii bunu yaparken de aslında daha iyi bir muhalefet istediklerini söylemeye, iyi niyetle(!) devam ediyorlar.
Öyle ki, sosyal medyada, ülkenin ekonomik-siyasal-toplumsal durumuna ve iktidarın bunlardaki sorumluluğuna hiç değinmeyip, sürekli CHP “eleştirisi” yazan ve ama CHP’li olduğunu da iddia etmeye devam eden “arkadaşlar” bile görüyorum.
Bu ülkede (ve hiçbir ülkede) “demokrasi mücadelesi” hiçbir zaman kolay olmadı. Şimdi de öyle.
Ancak yine de, Türkiye, çok güçlü demokrasi potansiyeline sahip olduğunu, 2019 ve 2024’te gösterdi.
2019’da, iptal edilen seçimlerden yaklaşık 3 ay sonra, bütün “çünkü çaldılar, fetöcü sandık kurulları, sandık darbesi -evet bu bile söylendi; “sandık darbesi”) vb.” yalanlarına rağmen, halk, demokratik tavrını ortaya koydu.
Bu kez de öyle olacak.
“Türkiye’de ‘ne olacağını görmek’ için, önce ‘ne olmayacağını görmek’ gerekir” derler.
“Ne olmayacağını” bol bol gördük, görüyoruz.
Kimsenin kuşkusu olmasın, “ne olacağını” da göreceğiz.
Türkiye bu zor günleri atlatacaktır ve tarihsel “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” yolculuğuna devam edecektir.
Ve sana söylüyorum sevgili kardeşim,
Sen bu mücadelenin neresindesin?
Yazar: Av. Doğan Subaşı