Türkiye’de sosyal medya gündemine giren, Nikol Paşinyan’ın bir Ermeni soykırımının olmadığını itiraf ettiği yönündeki haberler, elbette asparagas. Ancak Paşinyan’ın yeni dönem politikasında, bu muhayyel itiraftan daha işe yarar unsurlar var.
Paşinyan, Azerbaycan’ın 2020 yılında gerçekleştirdiği ve İkinci Karabağ Savaşı olarak da adlandırabileceğimiz askeri operasyondan bugüne, dikkat çekici derecede radikal çıkışlar yaparak Ermeni siyasetinde yeni bir dönem açmaya çalışıyor. Ermenistan’daki uzlaşmaz romantik Karabağ hizbinin ve diyasporanın şahin kanadının sert muhafeletine rağmen, Ermeni gerçekliğini Ermenistan sınırlarında arayan bir vizyon ortaya koymaya çalışıyor.
Sovyetlerin dağılma sürecinde henüz her şey çok taze ve coğrafya çok kaotik iken Dağlık Karabağ ve çevresini fiilen kontrolü altına alan ve burada de facto bir cumhuriyet kurarak bu cumhuriyeti kendisi dahi resmen tanıyamayan Ermenistan, istemsizce bir çıkmaza savruldu. Azerbaycan’ın Ermenistan’a kıyasla daha güçlü olan ekonomisi, daha fazla olan kaynakları ve çevre ülkelerle daha sorunsuz olan ilişkileri, Ermenistan’ı Azerbaycan karşısında her geçen gün daha zayıf pozisyona düşürmekteydi. Geçen kısa sürede Azerbaycan’ın savunma bütçesi Ermenistan’ı ikiye, üçe, dörde katladı. Bu şartlar altında Azerbaycan’ın silah zoru ile Karabağ’ı geri almasının önünde Rusya’nın buna müsaade etmemesinden başka bir engel kalmadı. Bu, elbette, Ermenistan’ın Rusya’ya göbekten bağlı kalması anlamına geliyordu. Buna rağmen Ermenistan tarafı yıllarca masanın uzlaşmaz tarafını teşkil etti. Azerbaycan’ın defalarca dile getirdiği, Karabağ’a geniş bir özerklik verilmesini de içeren ve karşılığında BM tarafından tanınmış sınırlarının Ermeni askerlerince terkini öngören talepleri Ermenistan tarafında karşılık bulmadı. “Karabağ’ın kanla alındığı ve ancak kanla verilebileceği” gibi şovenist söylemler, “Ne dilediğine dikkat et.” klişesine yeni bir örnek olacak bir sürece yol açtı.
Paşinyan yaşanabilecekleri öngörerek mi, mecburiyetten mi, cesaretten mi bilinmez, Ermeni siyasetinin yönünü kısmen Avrupa’ya çevirdi. Rusya ve Türkiye’nin görece yakınlaşması ile aynı döneme denk düşen bu tercih Rusya’nın Azerbaycan’a set çekmekten vazgeçmesine yol açtı. 2020 yılının Eylül ayında başlayan askeri harekatta Türkiye’nin desteği ile çok süratli bir başarı elde eden Azerbaycan, ateşkesten sonra kademeli olarak işgal edilmiş topraklarını kurtardı.
2020 yılındaki çatışmalardan ve kesin Azerbaycan zaferinden sonra Paşinyan intikam yemini eden muhteris bir siyasetçi olarak iç siyasette kaybettiği imajı yeniden kazanma yolunu seçebilirdi. Ancak daha cesur davranarak, tüm Ermenistan siyasetini daha rasyonel bir zemine oturtma yolunu seçti.
Geçtiğimiz yıl Ermenistan’ın en yüksek dağının Ağrı (Ararat) değil, Alagöz (Aragats) olduğunu, Türk toprakları üzerinde hak iddia etme anlamına gelecek söylemlerin Türkleri Ermenistan’a karşı kışkırtmaktan başka bir işe yaramayacağını söyleyen Paşinyan, bir süredir Ermenilerin, geleceklerini Ermenistan’da araması gerektiği tezini ortaya koyuyor.
Paşinyan’ın bu tezi Ermeni siyasetindeki şahin kanattan sert tepki gören radikal bir çıkış olsa da, marjinal değil. Zira biz buna, pek yakından bildiğimiz bir kalemden, Hrant Dink’ten aşinayız. Hrant Dink’in -öldürülmesine giden süreci yaratacak şekilde- amacından, bağlamından, anlamından tamamen kopartılarak olduğunun tam aksine bir yorumla servis edilen yazılarında da anlatılan, Ermenilerin kendi kimliklerini bir “anti-Türk” kısırlığından kurtararak Ermenistan’la yeniden kurması önerisi idi.
Ermeni siyasetinde “Soykırım yoktur.” diyen bir gelenek mevcut değil. Ancak, geleceği geçmişin mahkumu kılmamayı, gerçekçi davranmayı önceleyen, Ermenistan’ın sonsuza kadar bir yanda Türkiye ve diğer yanda Azerbaycan’la çatışamayacağını, Ermenistan’ın daha müreffeh ve daha güvenli bir ülke hâline gelmesinin ancak Türkiye ve Azerbaycan’la kurulacak sağlıklı ilişkilerle mümkün olabileceğini kabul eden bir çizgi var. Paşinyan belli ki kendisini artık burada konumlandırıyor.
Paşinyan, bu konumdaki yerinden, elbette Türkiye’deki sosyal medya paylaşımlarına yansıdığı gibi soykırımın gerçek olmadığı yönünde bir iddiayı dile getirmedi ama “1.5 milyon soykırım kurbanını” anarak başladığı açıklamasında Ermenilerin 1915’te devlet olma geleneklerini asırlardır kaybetmiş bir halk olarak jeopolitik entrikaların ve sahte vaatlerin kurbanı olduğunu söyledi. Ermenilerin (Türk topraklarında) bir vatan aramasına gerek olmadığını, vatanlarını bulduklarını, bu vatanın Ermenistan olduğunu dile getirdi.
ABD merkezli Lemkin Enstitüsü Paşinyan’ı bu söylemlerinden dolayı “soykırım inkârcılığına örtülü angajman” ile suçlarken, yine ABD merkezli Zoryan Enstitüsü ise Lemkin Enstitüsünü Paşinyan’ın sözlerini çarpıtmakla suçladı ve Paşinyan’ın “tek başına” olmadığını gösterdi.
Ermeni siyasetinde güçlenen bu yeni yaklaşımı “Soykırım yok dediler.” şeklinde karikatürize etmek, herhâlde en çok geleneksel ve uzlaşmaz Ermenistan hiziplerinin işine yarayacaktır. Oysa 2020 yılındaki askeri zaferden sonra Türkiye ve Azerbaycan’ın burada (en azından rasyonel olarak) bir fırsat görmesi gerekir.
Birinci Dünya Savaşı neticelendikten sonra İtilaf Devletleri Almanya ve Türkiye’yi bir daha bellerini doğrultamayacakları ölçüde -aynı zamanda elde ettikleri askeri başarıyı da aşacak ölçüde- cezalandırmak istediler. Savaş sonrası muzaffer devletlerin belirlediği ağır şartlar altında ayakta kalması mümkün olmayan Weimar Cumhuriyeti, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ile Sevr’i yırtarak kendisini kurtardığı ancak Almanya’nın Versay ile aşağılandığı ve boğulduğu bu ortamda (sosyalizm korkusu gibi bazı başka etkenlerle birlikte) savaş yanlısı popülist bir diktatöre, Hitler’e yenik düştü.
Anlaşılan o ki Paşinyan, 2020 yılındaki askeri mağlubiyetten sonra Ermenistan’ın yeni bir savaş yanlısı popülist kliğe teslim olarak Weimar Almanya’sının kaderini yaşamasını istemiyor. Bu nedenle Türkiye’nin Ermenistan’ı cezalandırmamasını ve Ermenistan’a bir kapı aralamasını bekliyor.
Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturmasının önündeki en büyük ve en gerçek engel, soykırım tartışmaları değil, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarındaki işgali idi. Bu hâl sona erdiğine göre, Paşinyan’ın uzlaşı arayışı bir fırsat olarak değerlendirilmeli. Buna, en azından bir şans tanınmalı ve Ermeniler “ne yaparlarsa yapsınlar Türklerin düşmanlığından kurtulamayacakları” gibi bir umutsuzluğa terk edilmemeli.
Bilhassa Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri daha taze travmaların izlerini taşıdığından toplumsal olarak aşılması daha güç sorunlar içeriyor. Ancak Ermenistan’ın önce Türkiye, ardından Azerbaycan ile olan sorunlarını en azından tolere edilebilir düzeyde tutarak istikrarlı ilişkiler geliştirmesi hem mümkün hem de tüm taraflar adına akla yatkın. Bu başarılabilirse bu ülke halklarının ajite edilmiş düşmanlıkları geride bırakmasına da katkı sağlayabilir.
Türkiye’nin gelecekteki politikaları da örneklendiği üzere devletlerin kendi iç çelişkileri olan çok parçalı yapılar olduklarını gözeterek barışa ve barışta istikrara katkı sağlayacak aktörleri cesaretlendirecek, kendisine düşmanlık güdecek olanların motivasyon ve meşruiyet kaynaklarını ortadan kaldıracak biçimde kurgulanmalı. Bu yönde bir politika, zaferleri tahkim, mağlubiyetleri tamir etmenin de en güvenilir yoludur.
Yazar: Uğur Sönmez Özlü / Hukukçu-Araştırmacı