Türkiye’de 19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve gözaltına alınmasıyla başlayan süreç yalnızca yerel bir siyasi krizin değil, aynı zamanda uluslararası meşruiyet tartışmalarının da fitilini ateşledi. Bu yazı, söz konusu sürece giden açık yolları, iktidarın böylesine radikal bir adımı nasıl atabildiğini tartışma niyetiyle kaleme alınmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından “19 Mart sivil darbesi” olarak tanımlanan ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran, demokratik ülkelerde benzeri nadir görülen bu vesayet hamlesineAKP ve MHP iktidarının nasıl cesaret ettiği merak konusu. Olay sonrası sokaklara çıkan, “hükümet istifa” sloganı altında birleşen insanların bugüne dek uzanan direnişi iktidarın beklediği türden kontrollü bir süreci boşa çıkardı. Bu gelişmeler, iktidarın yalnızca iç politikadaki otoritesini değil, uluslararası arenadaki meşruiyetini de zayıflattı.
Ekrem İmamoğlu hiçbir somut delil olmadan tutukluyken, dünyanın bu duruma sessiz kalmayı sürdürmesi sadece iktidarın değil, küresel demokrasinin de meşruiyetinin sorgulanmasına yol açıyor. Avrupa Birliği hukukun üstünlüğü ve AIHM kararlarının ihlaline rağmen göç ve NATO çatlağı nedeniyle sessiz kalırken, Trump cephesi de 19 Mart operasyonunu kınamak yerine Erdoğan’ın Suriye’deki tutumunu övme yolunu seçti.
Dış Müdahale İddiaları: Erdoğan ve Trump İlişkisi
Donald Trump’ın ABD’de yeniden iktidara gelişi, demokratlarda ciddi bir endişe yarattı. Öngörülemez bir lider olarak Trump’ın Türkiye için nasıl sonuçlar doğuracağı tıpkı kendisi gibi belirsizdi. 7 Ocak 2025’te ise ilk kez Trump’ın ağzından Erdoğan’a yönelik övgü dolu sözler duyuldu. Erdoğan’ın Suriye politikasını başarılı bulan Trump, “Erdoğan benim arkadaşım ve saygı duyduğum biri” dedi. Aynı çıkışı, 2017 yılında da yapmış; “Erdoğan’la harika bir ilişkimiz var” sözleriyle Türkiye’nin NATO’daki rolünü övmüştü. (Reuters, 16 Mayıs 2017)[1]. Yıllara yayılan ve benzer hedeflerle ilerleyen yol arkadaşlığı, iki lider için de uzun soluklu bir iş birliğini ve istedikleri ölçüde uzatabilecekleri iktidar dönemlerini işaret ediyordu. Dolayısıyla, ortak çıkarlardan söz etmek kaçınılmazdı.
Gelir gelmez Avrupa ile köprüleri yakan ve müttefiklerini yalnız bırakan Trump, politika alanında pek donanımlı sayılmazdı. Kendisi, bölgesel politikalardaki pragmatik ve zaman zaman otoriter liderlerle kurduğu kişisel ilişkilere dayalı diplomasi tarzı ile bilinmektedir. Benzer bir ilişki Putin ile de vardır. Haliyle, gerçekleştirdiği görüşmelere dair şeffaf bir açıklama duymak oldukça zordur.
Erdoğan ve Trump’ın Telefon Görüşmesi
17 Mart tarihinde, Donald Trump ile Recep Tayyip Erdoğan arasında bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Görüşmeye dair yalnızca yüzeysel bilgiler basına yansısa da, iki gün sonra Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluğuna giden süreç, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için yeterince açıklayıcıydı. CHP, Saraçhane’den başlayarak Türkiye’nin dört bir yanında sürdürdüğü eylemlerinde, Erdoğan’ın “19 Mart darbesi için Trump’tan icazet aldığını” sıkça vurguladı.
Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihsel dalgalanmaları, bu tür iddialara zemin hazırlayan bir ortam sağlıyordu. CHP lideri Özgür Özel önemli bir noktaya değindi. Trump, belki de Ekrem İmamoğlu’nun adını Erdoğan’la görüşünceye dek duymamıştı. Bu mümkün. Ancak, Türkiye’nin Suriye politikası ile Trump’ın hedeflerinin örtüşmesi, Erdoğan’ın Trump’ın sert Filistin söylemlerine ses çıkarmaması ve Avrupa ile anlaşmazlık yaşayan Trump’ın alternatif olarak Erdoğan hükümetini ve Türkiye’yi öne çıkarması, Özgür Özel’in iddialarını güçlü bir şekilde destekler nitelikte. Üstelik peş peşe gelen İBB operasyonları ile delil yoksunu tutuklamalara da ABD’den kınama gelmemesi bir uzlaşının varlığına işaret ediyor.
Öte yandan Trump’ın İran’la olan gerilimli ilişkisi, Suriye’de Esad yönetiminin düşmesiyle İran’ın bölgedeki etkisinin azalmasına yol açtı. Türkiye, Orta Doğu’daki güç dengesinde daha belirgin bir rol üstlenmeyi istiyordu. Trump’ın hedefi, Türkiye’nin bu boşluğu doldurması ve İran’ın bölgedeki etkisini sınırlayan bir denge unsuru olarak hareket etmesiydi. ABD, nükleer silahlanma konusunda İran’ı engellemeye çalışırken, Türkiye’nin stratejik konumu ve NATO müttefiki olarak gücü, Trump’ın çıkarlarına daha uygun bir seçenek sundu.
Uygun Zemin ve Örtüşen Çıkarlar
Durum nasıl gerçekleşmiş olabilir? Ekrem İmamoğlu’na siyasi yasak iddiası zaten uzun süredir gündemdeydi. Erdoğan, dış politikada izlediği denge siyaseti nedeniyle meşru bir zeminde durmalıydı ancak aynı zamanda iktidar ömrünü uzatmak istiyordu. En büyük rakibi ise Ekrem İmamoğlu’ydu. Avrupa, AIHM kararlarına uyulmamasına rağmen sessiz kalmayı tercih etmişti, Biden ise Erdoğan’la görüşmüyordu. Erdoğan, dış politikada tutunacak bir dal arıyordu. Suriye’ye müdahalesinden ötürü Rusya ile de araları bozulmuştu. Trump’ın iktidara gelişi, Erdoğan için can simidi işlevi gördü. merica First’ söylemiyle sahneye çıkan Trump, küresel sorumluluklardan uzaklaşma arzusunu açıkça ilan etti; Suriye’den çekilme kararı da bu izolasyonist yaklaşımın en net göstergesiydi. Erdoğan’ı ise Suriye’de ‘kazanan’ olarak değerlendirmesi adeta bir taht devri gibiydi. Bu da Erdoğan’a iç politikada manevra açtı ve İmamoğlu’nun tutuklanmasını kolaylaştıran bir zemin sundu.
Özgür Özel’in bahsettiği “icazet” muhtemelen, Erdoğan’ın Trump’tan iç işlerine karışılmayacağına dair bir garanti almasıydı. Amiane tabirle Trump, Erdoğana “istediğini yap” demiş olmalı. Bu tam da Trump’ın üslubu.
Özgür Özel’in Avrupa’ya Haklı Sitemi
Özgür Özel, yaşanan demokrasi darbesini uluslararası kamuoyuna taşımak amacıyla Batı medyasıyla ve Avrupalı sosyal demokrat partilerle yoğun temaslarda bulundu. Erdoğan iktidarına yönelik uluslararası baskı oluşturmak hedefleyen Özel, Avrupa’nın sessizliğiyle karşı karşıya kaldı. Özel, Özel, 26 Mart 2025’te BBC’ye verdiği röportajda, İngiltere Başbakanı Keir Starmer’a doğrudan sitem ederek, “Terk edilmişlik hissediyoruz.’ (BBC, 26 Mart 2025)[2] İfadesini kullandı. Hiç de haksız değildi.
Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı seçilen Özgür Özel, tarihi bir çıkış yaparak, “İngiliz İşçi Partisi, bu darbeye sessiz kalmanın karşılığını Sosyalist Enternasyonal’e girmek istediğinde benden görecek” dedi. Bugünkü somut verilere bakıldığında Batı’nın geleceğin iktidar partisini karşısına almak istemeyeceği aşikâr. Yine de Türkiye’nin Esad sonrası Şara yönetimiyle kurduğu iş birliği ve mülteci akışını yönetme çabaları, 2016’daki mülteci anlaşmasını yenilemeye çalışan Batı’nın ses çıkarmasını zorlaştırıyordu.
Meşruiyet Tartışmaları
Liderler kendi çıkarları etrafında kenetlenirken özgür basın Batı’nın bu tavrını eleştiri yağmuruna tuttu. Batı’nın Özgür Özel’e gerekli desteği sunmaması dünya basınında yankı buldu. Geçtiğimiz günlerde New York Times’ta yayımlanan bir yazıda, “Türkiye Halkı Otokrasiye Direniyor, Sessizlikten Daha Fazlasını Hak Ediyor” (New York Times, 26 Mart 2025)[3] başlığıyla Türkiye’deki duruma dikkat çekildi.
Tüm bunlara rağmen, hükümetin iç ve dış politikada meşruiyet kaybı var mı? Kesinlikle öyle. Şu an dünya Özgür Özel’in her hareketini takip ediyor ve Türkiye’deki halk hareketini mercek altına alıyor. Türkiye’deki halk hareketi, otoriter liderlerin hükmünde yaşayan insanlara ilham oluyor. Özgür Özel ile yapılan röportajlar, dünya çapında yayılarak bu meşruiyeti pekiştiriyor. Trump’ın ise yaptığı kritik hamlelerle iktidarda süresini dolduracağı dahi garanti değil. İşbirliği için seçtiğin aktörler, siyasi kaderini belirler. İktidar sahipleri, sırtlarını dayadıkları güçlerin ne kadar süre ayakta kalacağını düşünmeden hareket ediyor. Ancak tüm bunların ötesinde, kalıcı olan demokrasidir. CHP gücünü bu kaynaktan aldığı sürece sırtının yere gelmeyeceğini söyleyebiliriz.
Umut Hep Var
19 Mart süreci, Türkiye’de yargı bağımsızlığının nasıl siyasetin aracı haline getirilebildiğini ve bu araçsallaştırmanın uluslararası aktörlerin çıkarlarıyla nasıl örtüştüğünü gösteren bir vaka olarak kayda geçti. Erdoğan’ın Trump ile yakın temasları ve AB’nin göç‑NATO dengesi odağındaki sessizliği, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin uluslararası siyasette neden çoğu zaman ikincil kaldığını ortaya koydu. Hukuktan hızlı gerçekleşen her şey, hukukun yerine ikame edildi. Bu tarih boyunca son raddeye gelene dek böyle oldu. Tıpkı silahların da hukuktan hızlı olduğu için savaşların tercih edilmesi gibi. Ancak bu anlayış değişmeli, değişecek de. Tüm dünya ekonomik ve ahlaki krizin içinde. Trump vb. liderlerinin kendi meşruiyetleri bile muamma iken başkalarına meşruiyet veya saygınlık kazandırması beklenemez. Ayrıca yarın çıkarların ters düşüp çatışmaya dönmeyeceği garanti edilemez. Bu sebeple alınacak icazet, alınacak meşruiyet sadece halktan olmalıdır. Bunu başaramayanların sonunun trajik olduğu tarihteki sayısız örnekle sabittir.
Halkın, İmamoğlu’nun tek bir çağrısı üzerine yükselen sesleri, umudun en somut örneği. Ekrem İmamoğlu güneşten mahrum edilirken, Türkiye demokrasisinin üzerine bir güneş doğdu. Artık demokrasinin yolunu bulmak, işten değil.
Yazar: Dilan Salık / Bağımsız Araştırmacı